Ünlü Fransız tasarımcı Philippe Starck’ ın Flotex markası için tasarladığı yeni koleksiyonu lansmanı için Forbo firması daveti ile Paris’ teyiz. Kısa Paris gezimiz içinde ise yazımıza konu olan, adını Fransa’ nın 2. Dünya Savaşı sonrası2. Cumhurbaşkanı olan George Pompidou’ dan almış, Paris’ in sembol modern mimari örneklerinden biri Centre Pompidou yeni rotamız. Yapı, 1971’ de Cumhurbaşkanı Pompidou isteği ile açılan, 49 ülkeden 681 mimarın katıldığı bir yarışma sonucu seçilmiş ve inşa edilmiş, 1977 yılında açılmış, yüz milyonlarca insanın da bugüne kadar ziyaretine ev sahipliği yapmış bir kültür merkezi. Yarışmada sonunda, Oscar Niemeyer, Jean Prouvé ve Philip Johnson gibi değerli mimarlardan oluşan jüri, İtalyan mimarlar Renzo Piano ve Gianfranco Franchini ile İngiliz mimar Richard Rogers’ dan oluşan ekibin projesini seçiyor.

Müze kimliği dışında, sergi ve sinema salonları ve kütüphanesi ile kapsamlı bir kültür merkezi olan yapı, Paris’in Beaubourg olarak alınan semtinde, Paris’in günlük hayatının en canlı noktalarından olan Chatelet ve Marais’ nin ortasındadır. Biz de her Paris ziyaretimizde mutlaka bir kere bu merkezi ziyaret eder ve günün sonunda en üst katında bulunan muhteşem Paris manzaralı restoran, George’ a da uğrarız.

Renzo Piano, tasarladığı bu yapı için, tüm dolaşım ve teknik hacimlerini dışarı alarak iç mekanı özgürleştirdiğini belirtir. Bu yaklaşımla, farklı kültürel faaliyetlerin gerçekleştirilmesi için uygun ortamlar oluşmasının sağlandığını ifade eder. Yapı, endüstriyel görünümü nedeniyle bir çok eleştiriye maruz kalmış olsa da, anıtsal yapılar arasında yer almakta. Özellikle önündeki meydan, tüm halka açık ve farklı deneyimlere olanak sağlayan kimliği yanında, yapıyla da bütünleşmiş, birbirini tamamlayan bir karakterdedir. Diğer bir detay ise, yapıldığı yıllarda şehrin göz önünde olmayan, biraz da tehlikeli bir çevreye sahip bir bölgeye, yepyeni bir çehre ve kimlik kazandırmış sosyal bir yapıdır.

Teknik olarak ise, 7 katı yerin üstünde toplam 10 kattan oluşan binanın tamamında 15.000 ton çelik yapı elemanları kullanılmıştır. Yapının 48 metrelik açıklığı, çelik makas kirişler ile tek seferde geçilmiş ve bu sayede 50 x 170 metrelik serbest bir alan oluşturulmuştur. Önemli bir detay, bu çelik makaslar dönemin Paris caddelerinden, bazı güzergahlar kapatılarak, yekpare parçalar olarak getirilmiştir. Yine ilginç bir başka detay; o zamanın imkanları içinde, çelik taşıyıcı sistemler üzerinde uygulanabilecek yangına dayanımlı koruyucular olmadığından, binanın düşey çelik taşıyıcıları içinden, devr-i daim ile sürekli su döndürülmektedir.

Yapı, oldukça büyük ve esnek mekanlara sahip iken, adeta kendini ve iç yapısını dışarı açmış bir mimariye sahiptir. Renkler de bu dışarı açılımın simgeleridir. Kırmızı renk, insan dolaşımını, yeşil sıvıyı, sarı elektriği, mavi ise havayı simgeler. Mavi renk, sadece dış cephenin bir bölümündeki düşey etkisi ile değil, gerek ana giriş katındaki tavanda, gerekse teras katında yer alan restoran tavanında oldukça karakteristik bir görüntüye sahiptir.

Günümüz mimarlığında, teknik elemanların, iç ve dış mekanlarda olduğu gibi ve sıkça kullanılmasının önünü açan, projelendirildiği dönemin zor ve katı şartlarında, oldukça cesur bir adım bu yapı ve içindeki bu detaylardır. Mimarlık mesleği de, açık görüşlü, yenilikçi ve cesur olmayı gerektiren bir meslek olduğundan, mavinin en güzel, manalı, cesur ve hikayesi olan kullanımlarından biri bizce Centre Pompidou içindeki mavi vurgusudur.