Ağırlıklı olarak son 10 yıldır mimarlık, tasarım ve inşaat sektöründe esen Leed ve Breeam fırtınası acaba yerini “Well” kavramına mı bırakıyor?

Çok bilinmezli denkleme benzeyen bu kısa girizgahtan sonra hemen konuya girelim. “Well-being” kavramı son birkaç yıldır kulağımıza çalınan, gözümüze farklı kanallarda takılan ve artık varlığını iyiden iyiye hissettiren, aslında hayatın tam da içinde, ortasında, bizlerle, insanlarla ilgili önemli bir kavram. Kısa yoldan, “insanın fiziksel ve ruhsal olarak dengeli ve iyi olma hali” olarak tarifleyebiliriz. Diğer bir deyişle, Türkçe karşılığı “esenlik” olan, yaşadığımız lakin farkındalığına sahip olmadığımız yeni bir akım. İşimiz olan “tasarım” içinde ise dikkate alınması gerekli olan, bir yandan da içeriğinde kıymetli ve önemli detaylara sahip yeni bir çalışma. Öyle ki, “Well” temeline oturtulmuş sertifika programı (Well Building Standard) ciddi ve dikkate alınması gerekli bilgileri içinde barındırmakta.

Şimdi, bazı bilimsel rakamlarla biraz daha bu kavramın detaylarına inelim; dünyanın farklı ülkelerinde yapılan bilimsel araştırmalar sonucunda ortaya çıkmış ki, aslında bizler zamanımızın % 95’ ini kapalı mekanlarda, her bir günümüzün ortalama 11 saatini ise bağlı (online) geçiriyoruz. Bağlı derken ekran başında, elimizde tablet ve akıllı telefonlarımızla yaşıyoruz. Farklı bir araştırmaya göre de, bir çalışan yılda ortalama 4 ile 8 gün arasında bir zaman dilimini hastalık izni ile geçirmekte, doktora gitmekte. Doktor ziyaretlerine sebep hastalıkların ise % 40 kadar oranı ise stres sebepli oluşan hastalıklar olarak karşımıza çıkmakta. Büyük şehirlerde yaşayan bizler için bu rakamlar şaşırtıcı mı? Bizce hayır.

Rakamlar bir yana, aslında sağlığımızı ve esenliğimizi günlük hayatımızda neler tehdit ediyor, bu tehditler ne gibi olumsuzluklara sebebiyet veriyor, biliyor muyuz? Uykusuzluğumuzun ya da aşırı alınan kiloların kaynağı neler olabilir? Yoksa bu zararlılar, daha ciddi ve ölümle sonuçlanan durumlara sebep oluyor mu? Bu soruları rahatlıkla çoğaltabiliriz.

Bu yazdıklarımızı bir kenarda tutalım ve bir de farklı bir açıdan konuya yaklaşalım. Şu anki Y, yolda olan ve ayak seslerini duyduğumuz Z kuşağı yeni nesil çalışan profili acaba çalıştıkları işten ve işyerlerinden memnunlar mı, iş yerlerindeki fiziksel koşullardan tatmin oluyorlar mı? İşlerinden ve işyerlerinden beklentileri nedir? Sorunun yanıtını şöyle verebiliriz; iş arayan ve iş görüşmelerine giren bu neslin 1/3’ lük kısmı iş seçiminde ofis tasarımına ve ofisin fiziksel olarak kendilerine sunduklarına öncelikli olarak dikkat ediyor. İşyerinin sunduğu maaş, sosyal imkanlar ve diğer tüm olanaklar bir yana, ofisin fiziksel şartları ciddi bir seçim kriteri durumunda.

Kısa parantezler açarak girdiğimiz “Well-being” kavramı, çalışanları ilgilendirdiği kadar aslında insanoğlunun hayatını devam ettirdiği her mekan ve ortamda önemli bir vak’a ve önemini her geçen yıl artıracak. İşte bu sebeple, yeni görünen bu kavram artık bizim gibi mimarlık ve tasarım üzerine çalışan ofislerin çalışmalarının merkezine insanı almasına, projelerimizde insan odaklı bir tasarım yaklaşımı ortaya koymamıza “vesile olacak”. (“sebep olacak” demiyoruz çünkü bu “olumlu” manada önemli bir etki) Sadece göze hoş görünen, şık ve estetik mekanlar kadar, doğaya kollarını açmış, doğal elementleri içine almış, insanı odağına koymuş, insan sağlık ve esenliğini kendine dert edinerek tasarlanmış projeler daha kıymetli olacak.

Unutmamalıyız ki, hiçbir yatırım insana yapılandan daha kıymetli değildir. Somut bir deyişle, insan esenliğine harcanacak her kuruş, sağlık, huzur, mutluluk, esenlik, motivasyon, üretim, verim, sadakat, ekonomi, kazanç ve bir çok olumlu getiri ile olarak meyvelerini verecektir.

Bilgi paylaştıkça çoğalır ve kıymetlenir. Bu yazımızı da işte bu düstur ile bir serinin ilk adımı olarak atıyoruz ve bundan sonraki yazılarımızda biraz daha detaylara gireceğimizi, bu kavramın altını bazı temel bilgilerle dolduracağımızı belirtmek istiyoruz.