Orta Anadolu’ nun simgesi 300 yıllık geçmişe sahip bir yerleşke. Aslında, asıl sınırları Aksaray’ dan Malatya’ ya, Toroslar’ dan Doğu Karadeniz’ e uzanan bir kültür mozaiği bölge. Şu an, Uçhisar, Ürgüp, Avanos, Göreme, Derinkuyu, Kaymaklı ve Ihlara Vadisi ile bilinen, doğa harikası bir coğrafya.

Yaktaş daveti ile 4 günlük Kapadokya gezimiz dolu dolu geçti. En ince ayrıntısına kadar özenle hazırlanmış program, meslektaşımız Sayın Aslı Özbay’ ın değerli anlatımları ve katkısı ile tarifsiz bir keyfe dönüştü. Uzun uzun Kapadokya’ da neler yapıldı, nereler gezildi anlatmayacağız. Bu kısa yazıda, ufak bir Uçhisar anlatımı ile bir çoğumuzun bildiği ve belki de konakladığı Argos in Cappadocia’ dan bahsetmek istiyoruz.

Sayın Aslı Özbay’ ın cümleleri ile “Argos in Cappadocia”, “koruma kavramına azami sadık kalınan, yıllarca molozlar altında kalmış kaya oyma mekanların özenle geriye döndürülmesi çabası”. Aslında hikaye Uçhisar’ dan başlıyor. Köyün tarihçesi yanında, geçmişten günümüze uzanan sosyal, kültürel ve coğrafi değişim ve bu değişim ile bugünlere kadar köy ile ilgili gelen bilgiler, bölgeye ait bilinenler gibi sınırlı. Uçhisar’ ın en belirgin özelliği, bölgedeki en yüksek kayalıkta yerleşmiş ve oldukça geniş ve muhteşem bir vadi perspektifine sahip olması. 1960’ larda afet alanı olmuş ve terk edilmiş köy, 1996’ da Sayın Gökşin Ilıcalı’ nın dikkatini çekiyor ve 1997 yılında başlayarak 13 yıl süren sabırlı bir çalışma sonunda 2010 yılında “Argos in Cappadocia” adı ile yeniden doğuyor. İlk açılışında 27 odalı otel, şu an 52 odalı, içinde organik tarım faaliyetlerinin canlandırıldığı sekileri, özgün kaya oyma mekanları, Bezirhane ve Müze Salon mekanları ile farklı etkinliklere de ev sahipliği yapan başarılı bir yeniden hayata kazandırma örneği. Burada, Müze Salon’ un aynı zamanda 2018 yılı Ulusal Mimarlık Ödülleri kapsamında, Yapı Koruma dalında da ödüle layık görüldüğünü de belirtmekte fayda var.

Farklı yıllara yayılmış, 6 etaplık bir çalışma ile bugünkü halini alan Argos in Cappadocia projesinde, anlatımlardan, projelerden ve görsellerden aldığımız izlenim ise, bildiğimiz mimarlık uygulamalarından farklı bir yaklaşım ile çalışmaların yürütüldüğü. Projelerin, yapılan saha çalışmaları sırasında da gelişimini ve sürecini devam ettirdiği. Hatta, artık mimarlık eğitiminin, bilginin, hesapların, mühendisliğin yetmediği durumlarda, işine vakıf taş ustalarının sürece dahil edilerek, adeta bir imece yolu ile çalışmaların yürütüldüğü. Gerçekten, insanı heyecanlandıran, ülkemizde daha nice benzer işbirlikleri için sırasını bekleyen, hatta sırasının ne zaman kendisine geleceği belli olmayan, henüz gün yüzüne çıkmamış yeni projeler için bir umut ışığı. İşte bu kıymetli çalışmalarda, bir tarafta projeye danışmanlık yapmış Sayın Turgut Cansever’ i saygıyla anıyor, diğer tarafta ise çalışmaları titizlikle sürdürmekte olan Sayın Aslı Özbay’ a emeklerinden dolayı teşekkür ediyoruz.

Belki bölge ile doğrudan ilgili değil lakin, konakladığımız kısa süre içinde, yeni ile eskinin ahenkli birlikteliğine şahit olurken, bir an aklımıza Safranbolu’ da aynı mimari hassasiyetler içinde, Sayın İbrahim Canbulat’ ın, geçmişten geleni, günümüz koşulları içinde, olduğu şekli ile özgün bir yaklaşımla yeniden hayata kazandığı Gül Evi geliyor. İlerleyen haftalar içinde Gül Evi’ ne de ayrı bir parantez açacağız.

Son olarak, bölgenin şu anki durumu için de bir iki cümle yazmakta fayda var. Uzun bir dönem özellikle Fransız ziyaretçi gruplarına ev sahipliği yapan bölge, genel ziyaretçi profili ve kalitesindeki olumsuz değişikliğe rağmen, halen daha ilgi odağı diyebiliriz. Kısa ziyaretimiz içinde, yanlış kültür, turizm ve işletme politikaları sebebi ile şahit olduğumuz olumsuzluklar ve hayal kırıklıklarına rağmen, Argos gibi örneklerin, doğru ve vizyoner yatırımcılar tarafından, bilir ve ehil ellere teslim edilerek sayılarının artmasını ve bölgeye de örnek teşkil etmesini diliyoruz.